Kocaeli Üniversitesi öğrencileri mücadeleyi nasıl örüyor?
Bir haftada özgürce hareket edebildiğimiz bir alan yaratmıştık. Bölümler, fakülteler toplanıyor, dövizlerimizle yürüyorduk. Bu süreç Kocaeli Üniversitesinde uyuyan bir devi uyandırmış hissi yarattı.

Fotoğraf: Evrensel
Mustafa Yavaş
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun diplomasının iptal edilip tutuklanması ardından İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin açtığı barikat tüm ülkede adalet arayışının önünü açtı. Tüm ülkeye yayılan eylemler Kocaeli'de de kısa sürede başladı. Bu başlangıcı hemen her yerde olduğu gibi üniversite öğrencileri yaptı.
İlk gün, neredeyse 300-400 kişilik bir grup olarak üniversite kapısında basın açıklaması yapmak üzere toplandık. Açıklamanın ardından dağılmayan öğrenciler olarak yürümeye karar verdik. Ancak önümüze barikatlar daha açıklama esnasında kurulmuştu. Barikatın aşılması saatler sürdü. Öğrenciler olarak gözaltına alınacağımızı ve darbedileceğimizi bilerek yürümeye karar verdik. Çünkü bu yürüyüş, her iki taraf açısından bir iradeyi temsil ediyordu. Bizim için anayasa ve hukuku temsil eden yürüyüş, onlar için ise iktidarın dokunulmazlığını ve sermayenin gücünü temsil ediyordu. Gözaltına alındık. Ancak bu da öğrencilerin iradesini kıramadı. Yürüme ısrarı devam edince kentin emek ve demokrasi güçlerinden de destek gelmeye başladı. Bu sırada Saraçhane’ye otobüslerle giden CHP de öğrencilerin ısrarı karşısında otobüsleri Kocaeli'ye geri döndürdü. Destek giderek büyüyor, öğrenciler de ısrarından vazgeçmiyordu. Hepsinin birleşimi A kapısından B kapısına yürüyüş ile sonuçlandı.
Bu ısrar ve irade devam etmeliydi. Hafta sonuna yaklaştığımız için eylem kent merkezine taşındı. İçimdeki korkuyu hala atlatamamıştım. Sokağa çıktığımızda karşımızda bir TOMA, dört sıra çevik kuvvet ve bizim kadar sivil polis vardı. Bu kadar polisi bir arada ilk kez görüyordum, hâlâ aklım almıyor. Yürümemizin mümkün olduğunu düşünmedim. Siyasi partiler ile emek ve demokrasi güçleri yanımıza geldiler. O an biraz rahatladım ama içimdeki korku geçmedi. Oturma eylemi yapma kararı aldık. İftar saatine kadar bekledik. Belediyenin yemek dağıttığını hatırlıyorum. Eğitim-Sen'li hocalarımızın öğrencilere nasıl yemek dağıttığı hâlâ gözümün önünde. Saatler geçtikçe halk desteği de arttı. Kitle büyüdükçe polisin hazırlıkları da artıyordu. İftardan sonra, hava karardıktan sonra belki bir saat süren bir çatışmanın ardından barikatı yıkmayı başardık. Yürüdük ve CHP'nin kürsü kurduğu yere vardık. Yürüdükçe kalabalık artmıştı. CHP az da olsa bir arkadaşımıza söz hakkı verdi. Ama oraya ulaşana dek yaşadığımız 3-4 saatlik süreci, kürsüde elinde mikrofonla bizi bekleyenleri görünce çoğumuzun içine bir öfke doldu. Arkadaşımın, "Burada beklemek kolay, peki ya buraya gelmek?" dediğini hatırlıyorum.
CHP'nin, öğrencilerin eylemini kendine mal etmesini hiçbir zaman doğru bulmadım. Orada elbette konuşma hakları vardı. Sırayla CHP'nin yöneticileri konuştu. İki gündür direnen, barikatları aşan üniversite öğrencilerine ise sadece bir söz verilmişti. Tüm kentin direnen gençlerin sözünü duyması önemliydi.
Hafta sonunu okulda mücadeleyi nasıl büyüteceğimize ve kent meydanında görünür olmak için planlamıştık. Esasında derli toplu bir planlama da henüz olmuyordu ancak ortaklaşa aldığımız kararlarla hareket ettik. Bu sefer tüm Kocaeli emek ve demokrasi güçleri çağrı yapmıştı. Taleplerimiz için yürüyecektik. Üniversite öğrencileri pankartı için son dakika açık bir yer bulamayınca evimizin güneşliklerini söktük. Bir yerden gelen, tam da çalışmayan sprey boyayla "Eşitlik, Adalet, Özgürlük" yazdık. Mücadelemiz artık bir evin perdesinin üstünde devleşiyordu.
Sonraki günler hafta sonuna denk geldiği için gündüzleri sıra arkadaşlarımızla akşamı ve sonraki günleri planlayarak geçiyor, akşamları sokaklara taşıyorduk. Bu taşmanın bir sonucu olarak da kolluk kuvvetleri de baskıyı arttırıyordu. 77 kişinin gözaltına alındığı gün de bu günlerden biriydi. Artık saldırılar, gözaltılar karşısında korku sesi kısık bir halde konuşabiliyordu içimizde.
Hafta başlangıcı üniversitede neler yapacağımızı konuşacağımız bir forumla başladı. Ülkede yaşananlara, taleplerimize, neler yapabileceğimize dair çokça söz alındı. Eğitimin niteliği, yurt sorunları, kampüslerin sorunları ve her birinin çözümü. Ancak dikkat çeken en önemli şeylerden biri söz alan herkesin ağzından dökülen "örgütlü olmalıyız", "birlikte hareket etmeliyiz" kelimeleri oldu. İktidarın uzun yıllardır yarattığı korkunun çatlakları büyümeye başlamıştı. Bayramdan önce geçen bir haftada okulun içerisinde özgürce hareket edebildiğimiz bir alan yaratmıştık kendimize. Bazen bölümler, fakülteler toplanıyor, bazen de şarkılar eşlik ediyordu. Kendi dövizlerimizi hazırlıyor sonra da bunları taşıyarak okul içerisinde yürüyorduk. Tüm bu süreç Kocaeli Üniversitesinde uyuyan bir devi uyandırmış hissi yarattı. Artık sadece aynı okulun öğrenciler değil, aynı mücadelenin paydaşlarıydık. Bizim için artık iki koşullu bir mücadele perdesi açılmıştı: Sabahları üniversitelerde forumlar örgütlüyor, akşamları sokaklarda direnişe devam ediyorduk. Bu süreç benim için süreklilik kazanan, olağan bir hale dönüşmüştü.
Tüm bu bir haftanın içerisine arkadaşlarımızın gözaltılarını, tutuklamalarını, ev hapislerini de sığdırmak zorunda kaldık. Kimi zaman onlar için bir türkü söyledik kimi zaman bir döviz hazırladık. Tüm bu yaşananların gösterdiği şeyler vardı. İktidar öğrencileri sadece ezmek için değil, aynı zamanda "bir daha böyle işlere kalkışırsanız başınıza bu gelir" demek için devreye girmişti. Ve dört kişinin kura ile seçilip, sanki bir örgüt kurmuşlar gibi suçlanması, artık hukuktan bir medet umulmaması gerektiğini gösteriyordu. Bu da bize, çıkış yollarını örgütlü mücadelede aramamız gerektiğini açıkça anlatıyordu. Elbette bu korkunun büyüyen çatlaklarını doldurmaya yönelik bir hamleydi.
Korkmayan birileri de var. Bizimle yürüyen kitlenin içinden çıkıp güvenliklere yürümek için kafa tutanlar, kafelerin önünde "gel gel" diye atılan sloganlara eşlik edenler... Ne kadar üzerimdeki baskı artsa da, korkumuzu ele geçirememeleri aşikar bir durum.
Bir hafta akıp geçti yanlışları, doğrularıyla. Bir haftanın sonunda bizi bekleyen 9 günlük bayram tatili sürecin nasıl devam edeceğine dair soru işaretlerini arttırıyordu. Mücadeleyi büyütmemiz gerek ama nasıl? Tatil boyunca iletişimde kalmaya devam ettik. Forumda gelen bir öneri ile insanca bir yaşam için grevde olan Tezcan Galvaniz işçilerini ziyaret ettik. Kaderimiz ortak olduğu işçi sınıfı ile buluştuğumuzda birçoğu "biz de hak, hukuk, adalet için buradayız" dedi bize. İstanbul Üniversitesi'nde barikatın aşıldığı günden itibaren başlayan hayatı durdurmamız gerekliliği de bu ortaklığın bir parçası.
Arkadaşlarımızın dediği gibi, ODTÜ tarihsel olarak bir mücadele deneyimi taşıyordu ama bizler, 20 yıl sonra oluşacak bu mücadele deneyiminin temellerini atıyorduk. Alanlarda sesleri kısılan, zaman zaman kendi içinde çatışan ve öfkelenen bu gençler, Kocaeli'de bir kenti uyandırmış, bir talepler listesi oluşturmuş ve en önemlisi bayramda bir grev ziyareti gerçekleştirmişti. Öğrenci hareketi, toplam süreçte işçi sınıfı ile dayanışma göstermemiş olsa da kurtuluşun yolunun birbirinden geçtiğini anlamıştı. Bu süreçten çıkan tartışmalar, değişmez denilen bir algının kırılmasını sağlamış; en gerici dediğimiz iktidarın oy çoğunluğunu kazandığı şehirlerde, insanlar iktidarın haksızlıklarına karşı bir hafta direnmeyi başarmıştı. Belki de en büyük kazanım, bu alnımıza yazılmış gibi anlamlandırılan bu şehirden "üniversiteden hiçbir şey olmaz" yazısını silmek oldu. Bu süreçte benim de aktarımlarımda eksiklikler veya sürecin kendisinden kaynaklanan problemler olmuş olabilir ama emin olabilirsiniz ki, öğrenci mücadelesi son nefesine kadar direnmeye devam ediyor.
Evrensel'i Takip Et